Kader Keleş'in kaleminden bir öykü; "AYILMAK İÇİN"

 

AYILMAK İÇİN

Son nefesime kadar  bu hisse direnirim hatta unuturum elbet diyordum. Yapamadım. Her şeyi planladım. Gidişim, dönüşüm, kalacağım yer… Karşısına çıkacak ve haykıracaktım.  Hatta kavga bile edebilirdim onunla. Nefret ediyordum ondan. Varlığına kimi zaman şükrediyor işte böyle aczi yetimin zirvelerde olduğu zamanlarda da nefret ettiğimi söylüyordum. Tuhaftım. Bir hayale kapılışım nasıl ki canımı ziyadesiyle yormuşsa o hayalden sıyrılışımın ihtimali gelirdi aklıma. Korkardım. Dudaklarım kuruyordu ve  bol bol su tüketiyordum.  Şanslıyım ki yalnızdım. İstediğim kadar rahat olabilirdim.  Yaşadığım hayatı bir de içine sığamadığım tek kişilik hayal alemimi bir kez daha kabul edip bedenimi pencere önüne atılmış kahverengi mini koltuğa devirdim.  Şu an şu durumda bir sigara yakmak iyi gelebilirdi.  Ve telefonumun hafızasının büyük bir kısmını işgal etmesinden  bir hayli hoşnut olduğum Sezen Aksu parçaları . Ne diyordu;

                … kimse kimseyi çözemez , o kadar derine inemez .

Tanımadığım bir ruha ait hissediyordum kendimi. Hayale alışmak mıydı bu yoksa gerçekten kaçış mıydı hissiyatım bilemem. Ben galiba çoğu şeyi bilemem .  Bilmemem gerektiğini düşünürüm. Acıdan geçmeyen şarkıların eksikliği kadar acıydı benim gerçeğimde işte. Neyim vardı ki bu kadar dağıtacak ? Kendime gelmem uzun sürmedi. Bağırma hissiyle doluydum. Banyoya gittim aynadaki aksime bakıp  gür sesle :

“ Sen benim buraya neden geldiğimi biliyor musun ? ” Bunu soracaktım. Evet evet.  Doğru soru buydu. Kesin ve net. Ne diyeceğini merak ediyordum. Peki ya göremezsem ?  O zaman ona ulaşması için  dışı  Che Guevara kaplamalı not defterimi kamufle edebileceğim kutuyu bırakır ve uzaklaşırım oradan diye düşündüm.  Peki ya göremezsem ?  Hiçbir sorum yanıt bulmadan geldiğim şehre dönerim. Ama gelirse? Ya görürsem ?  Bu soru beynimi adeta kurtçuk gibi kemirdi. Gelirse ne yapacağım , nasıl davranacağım ? 

Amannnnn canım gelirse  geçer karşısına konuşurum. Altı üstü o da insan. Badem gözlü ,sarışın ,dev cüsseli ve burnu havada  oldukça huysuz biri.   Biri ?  Biri ? Ona yalnızca “biri” dediğim için pişmanlık duydum. O öylesine biri değildi. Biri olsaydı şu an ulaşabilirdim. Aradığımda telefonun diğer ucunda bulurdum.  Ve her konuşmak istediğimde konuşabilirdim.  O biri değil o” bambaşka” biriydi.  Bambaşka biri.       

Uyumak üzere yatağa yöneldim. Ama öncesinde sıcak bir şeyler içebilirim diye düşündüm. Bir adaçayı yahut ıhlamur iyi gelebilirdi. Mahsur kaldığım bu odada yağmurun sesiyle uyumak pek fena sayılmazdı hani. Üstelik bulunduğum oda binaların arasında kalmasına rağmen gökyüzünü görüyordu ve bu konuda şanslı  bile sayılırdım. Elinde büyük bir porselen bardakla bekleyen 17-18 yaşında olduğunu tahmin ettiğim kırmızı kazaklı kız bugün konuştuğum ilk ve son  kişiydi. Kapıyı kapatırken konuşmaya hevesli olduğunu hareketlerinde hissettim fakat benim konuşacak  takatim kalmamıştı.  Kendi iç sesim hiç susmuyor ,beni fazlaca yoruyordu. Neyse ki bu son gece. Yarın tüm sorularıma yanıt bulacaktım.

Bitkin bir şekilde uyandım. İki yıllık hayal alemim bugün bu sabah bu şehirde son bulacaktı. Kol saatim 05.47’yi gösteriyordu. Niye bu kadar erken uyandım ki ? Oraya gidecek ilk ilçe minibüsü 07.30’da kalkacak. Otogar hemen 5 dakika yürüme mesafesinde.  Biraz daha yatakta kalabilirim diye düşündüm. Tekrar prova yapmalıyım. Bugün onu görürsen ne diyeceksin ?”  Hahh evet. “Sana buraya geldiğimi Cüneyt aracılıyla haber verdim neden dönüş yapmadın ? ” - “Aman haa onunla konuşurken gözlerin parlamasın asla gülümseyerek konuşma” telkinlerine başladım.  “Olabildiğince az kal yanında. Hatta görün kaybol.”  Aaaaa hayır hayır. Koskoca iki yıl bunun için mi bekledin a zihnim ?

Giyinip çıktım.  Dışarda yağmur var. Üzerimde bej bir şişme  mont. Umarım yağmurdan korur. Şemsiyem yok. İndikten sonra ne kadar yürüyeceğimi bilmiyorum. Yürüyorum. Otogara geçeceğim ara sokağı biliyorum fakat yağmur bildiğim bu sokağa farklı bir hava katıyor. Fark etmeden ilk dönüşümü başka bir ara sokaktan  yapıyorum. Cadde üzerinden ayrıldım. “Acaba ters yöne mi gidiyorum” diye düşünürken otogarın önünde buluyorum kendimi. Dalgınlığım şanslı olduğumu düşündürüyor. Kısa bir an mutlu bile oluyorum. Bütün dükkanlar kapalı. Yolda simitçi bile yok. Aç değilim. Sıcak bir çaya ihtiyaç duyuyor ilk üşümemi o an orada  hissediyorum.  Yolda benden başka  hiç kimse yok. Terk edilmiş gibi şehir.  Aklıma “Ben Efsaneyim” filmi geliyor. Gülümsüyorum.  Saatime bakıyorum. 07.21’i gösteriyor. Ortada ne minibüs ne otobüs hiçbir şey yok. İçinde insan gördüğüm ilk camı tıklatıp içeri giriyorum.  

-  “Pardon içerde bekleyebilir miyim ? ”

- “Buyurun.” diyor 30-35 yaşlarında genç bir adam. Geçip plastik sandalyeye oturuyorum. Adamın gözlerini üzerimde hissediyorum.  Bir şehirdeki yabancı oranın asıl sahiplerince hemen fark edilir. Benim yabancı olduğumu fark etti. Sessizliğini bozuyor.

-  “Çay içer misiniz ?”

- “Hayır, teşekkür ederim.” diyerek nazikçe reddediyorum. Tekrar saatime bakıyorum. Tam sormaya niyetleniyorum ki benden önce davranıyor. Ve cevabıma eş ilk aracın çoktan çıktığını ikinci aracın  08.00’de  kalkacağı haberini veriyor. Üzülüyorum. Burada oturmanın anlamsızlığını düşünüyor ikinci aracı kaçırmamak için yazıhaneden dışarı çıkıyorum. Minibüsler sıra sıra dizilmiş. Ellerinde çay ve sigara ile yolcu bekleyen şoförlere yaklaşıyorum.

-“ … hangisi gider? ” 

- “Buyurun” diyor 170 boylarında zayıf, kıvırcık, kır saçlı , sigara tutan parmağı  sigaradan sararmış şoför.  Ben yerime oturduktan sonra araç soğumasın diye tekrar kapatıyor kapıyı. Dışarda çay sigara ikilisini muhabbetle sürdürüyor. Yağmur duracak gibi değil. Ellerimi ovuşturuyorum. Çantamdan minik kolonyamı çıkartıp uyguluyorum ellerime. “İnşallah mikrop kapmamışımdır” diye içimden geçiriyorum. Çünkü üç gecedir farklı bir şehirde tek bir odada oldukça sağlıksız besleniyor ve hiç rahat hissetmiyorum. Tecrübe desem de bu durumuma galiba alışkanlıklarına fazla sadık bir insanım. Galiba can sıkıcı olan şeyler hep cazip geliyor insana. Şoförün aracı çalıştırmasıyla ortaya çıkan motor sesi tüm bu düşüncelerden aniden sıyrılmamı sağlıyor. İşte yavaş yavaş otogarın sınırlarından çıkıyoruz. İlçenin karışıklığını otobüsten daha iyi gördüğümü düşünüyorum. Yürürken görüş açısı bu kadar geniş olmuyor. Her yer bölük pörçük ,sanayi ve yolları bozuk. Üç gündür ısrarla yağan yağmur çukurları doldurmuş. Boyası dökülmüş bir sürü müstakil ev görüyorum. Şehrin göbeğinde yan yana büyük binalar arasında minik bir köy gibi duran bu evler,  çocukluğumu geçirdiğim köydeki evimizi ,beynimin kıyısında köşesinde kalmış anılarımın tazelenmesini sağladı . Köpeğimi, kedimi ve civcivlerimi hatırladım.  Ayağımla ezdiğim civcivim oracıkta can vermişti. Uzun süre etkisinden çıkamamış civcivime mezar bile yapmıştım. O yaşta tek bildiğim “Sübhaneke” duasını civcivimin avuç içi büyüklüğündeki mezarının başında okur onu istemeden öldürdüğüm için defalarca  af dilerdim. Katil olduğumu düşündüğüm o masum hallerime şimdi gülümsüyorum.  Yüzüme bir tebessüm ilişiyor. Kucağımdaki kutuyu poşetinden çıkıyorum. Ernesto Che Guevara  resimli defterimin arkasında yazan şu sözü defalarca okuyorum.

“Belki hiçbir şey yolunda gitmedi. Ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi.” Kutuyu açıyorum. Ördüğüm  boyunluğu keşke geri almasaydım diye hayıflanıyorum. Bir ayımı o boyunluğu örmek için harcadığım şahsın geldiğimi haber verdiğimde kayıtsız kalmasına tekrar içerliyorum.  Bu içerleyişim beni acımasız düşünmeye sevk ediyor. Bu sorgulamalar devam ederken şoförün kalın ,babacan sesi minibüsün sessizliğini bozuyor.

-“…’te inecek vardı o burada insin , gideceği yer 5 dakika yürüme mesafesinde” diyor. Macera başlıyor iste. Elimdeki telefonun insafına göre başlıyorum caddeyi adımlamaya. Bir yandan da etrafıma bakınıyorum. Kültür merkezi gözüme ilişiyor. Önünden devam ediyorum. Bir sokağa sapmam gerektiğini söylüyor cihaz. Sapıyorum. Köpekler var. Hayyyy aksi ! Yolu gerisin geri dönüyorum. Bahçelerinde ağaçlar ve köpek kulübeleri olan bir sürü ev  var. Bu semtin geceyi geçirdiğim  ilçeden çok daha farklı olduğunu düşünüyorum.  Bahçe duvarlarının ağaçtan gelişigüzel kesilmiş dallar değil tuğla ve betondan olması gözümden kaçmıyor. Bir zenginlik göstergesi gibi geliyor bana o an bu durum. Önümdeki tek şeritli yoldan karşıdaki büyük yapıyı görüyorum.  Ama rengi neden farklı yanlış yere mi geldim. Adres doğru. Önündeki güvenlik mi ? Al işte yeni bir sorun daha. Güvenliğe ne diyeceğim ?  Kime geldim ? Kimin için ?

Yürümeye devam ediyorum. Karşıya geçiyorum ve heyecanım her adımımla artıyor.  İyice yaklaştım. “En iyisi mi yoldan alelade bir vatandaş gibi etrafı inceleyerek yürümek. Güvenliğin genç mi yaşlı mı olduğuna göre bir senaryo oluşturur geçerim diye düşünüyorum. Şimdi nerden çıktı bu güvenlik ? Hiçbir fotoğrafta rastlamadım. Nasıl da kaçırdım gözümden. 

Güvenliğin önündeyim ,görünürde kimse yok. İçerisi bomboş. Bahçeye göz atıyorum. 5-6 araç park halinde.  En iyisi güvenliğin dışında beklemek. Hoş içeri girsem gitsem otursam masaya hiçbir şey olmayacak. Ama meraklı insan sorularına dayanacak  ne gücüm  var ne de sabrım. Hem ne diyeceğim ki bir his uğruna yollara düştüm mü ? Duyan güler bu duruma. Gülünç gelse de bu hissin beni  kaç gece uykusuz bıraktığını, kaç sabah tarifi zor bir isyanla uyandırdığını anlatamam. Anlatsam da anlamazlar ki. İnsan hissetmediği hiçbir duyguyu anlayamaz. Bununla karşılaşmamak için iç dünyamda yaşamaya devam ediyorum ben de. Kimseye açmıyorum bu derdimi. Sırrın asıl sahibini bugün bu bahçede göreceğimi düşündükçe mutluluktan dizlerimin bağı çözülüyor. Hava soğuk ama üşümüyorum.. O kadar enerji doluyum  kilometrelerce koşabilirim. Minik minik su damlacıkları yüzüme düşüyor.  Bu şehre geldiğimden beri yağmur bırakmadı peşimi.

 Saatime bakıyorum 11.17 Sıkılmaya başladım.  Kafamı çevirip park halindeki araçlara bakıyorum. Bir çeşit zaman öldürme düşüncesi olan bu plakadan sahibini bulma oyunum  mavi bir aracın önümden bahçeye girişiyle aniden siliniyor.  Tekerlerinde çamur var. Şehrin göbeğinde bu kadar çamur nasıl olabilir derken araçtan elinde bir kağıtla indiğini gördüm.  İki dakika öncesine kadar içim kıpır kıpırken adım atamayacak kadar bitkin hissettim o an. Düşsem düşerim. Dokunsalar ağlayacağım. Boğazım düğümlendi kilitlendi  , dilim ağzımın içinde büyüdü büyüdü balon gibi oldu. Adım atamayacak kadar fenayım. İhtiyacım olandan fazla oksijen alırsam rüyadan uyanacakmışım gibi hissediyorum. Dibine kadar yaşamalıyım  bu hissi. Sonra çektiğim onca iç çekişlerim aklıma geldi. İyi hatırlıyorum gözlerimden iki damla yaş süzüldü o an. “Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor diyor ya Küçük Serçe. Bıraktım yıkansın, arınayım dedim ben de .

                

KADER KELEŞ


Yorumlar

  1. Çok güzel başarılarınızın devamını dilerim..

    YanıtlaSil
  2. Kalemine sağlık çok beğendim cok akiciydi

    YanıtlaSil
  3. Kaleminize sağlık Durum hikayelerini severim herkesin kendinden bir şeyler bulacağı kesin atmosfer çok iyi hissettirilmiş betimlemelerle🌿🌷

    YanıtlaSil

Yorum Gönder