AYILMAK İÇİN
Son
nefesime kadar bu hisse direnirim hatta
unuturum elbet diyordum. Yapamadım. Her şeyi planladım. Gidişim, dönüşüm,
kalacağım yer… Karşısına çıkacak ve haykıracaktım. Hatta kavga bile edebilirdim onunla. Nefret
ediyordum ondan. Varlığına kimi zaman şükrediyor işte böyle aczi yetimin zirvelerde olduğu zamanlarda da nefret ettiğimi söylüyordum. Tuhaftım. Bir
hayale kapılışım nasıl ki canımı ziyadesiyle yormuşsa o hayalden sıyrılışımın
ihtimali gelirdi aklıma. Korkardım. Dudaklarım kuruyordu ve bol bol su tüketiyordum. Şanslıyım ki yalnızdım. İstediğim kadar rahat
olabilirdim. Yaşadığım hayatı bir de
içine sığamadığım tek kişilik hayal alemimi bir kez daha kabul edip bedenimi
pencere önüne atılmış kahverengi mini koltuğa devirdim. Şu an şu durumda bir sigara yakmak iyi gelebilirdi. Ve telefonumun hafızasının büyük bir kısmını
işgal etmesinden bir hayli hoşnut olduğum
Sezen Aksu parçaları . Ne diyordu;
…
kimse kimseyi çözemez , o kadar derine inemez .
Tanımadığım
bir ruha ait hissediyordum kendimi. Hayale alışmak mıydı bu yoksa gerçekten
kaçış mıydı hissiyatım bilemem. Ben galiba çoğu şeyi bilemem . Bilmemem gerektiğini düşünürüm. Acıdan
geçmeyen şarkıların eksikliği kadar acıydı benim gerçeğimde işte. Neyim vardı ki
bu kadar dağıtacak ? Kendime gelmem uzun sürmedi. Bağırma hissiyle doluydum.
Banyoya gittim aynadaki aksime bakıp gür
sesle :
“
Sen benim buraya neden geldiğimi biliyor musun ? ” Bunu soracaktım. Evet evet. Doğru soru buydu. Kesin ve net. Ne diyeceğini
merak ediyordum. Peki ya göremezsem ? O
zaman ona ulaşması için dışı Che Guevara kaplamalı not defterimi kamufle
edebileceğim kutuyu bırakır ve uzaklaşırım oradan diye düşündüm. Peki ya göremezsem ? Hiçbir sorum yanıt bulmadan geldiğim şehre
dönerim. Ama gelirse? Ya görürsem ? Bu soru
beynimi adeta kurtçuk gibi kemirdi. Gelirse ne yapacağım , nasıl davranacağım
?
Amannnnn
canım gelirse geçer karşısına konuşurum.
Altı üstü o da insan. Badem gözlü ,sarışın ,dev cüsseli ve burnu havada oldukça huysuz biri. Biri ?
Biri ? Ona yalnızca “biri” dediğim için pişmanlık duydum. O öylesine biri
değildi. Biri olsaydı şu an ulaşabilirdim. Aradığımda telefonun diğer ucunda
bulurdum. Ve her konuşmak istediğimde konuşabilirdim. O biri değil o” bambaşka” biriydi. Bambaşka biri.
Uyumak üzere yatağa yöneldim. Ama öncesinde
sıcak bir şeyler içebilirim diye düşündüm. Bir adaçayı yahut ıhlamur iyi
gelebilirdi. Mahsur kaldığım bu odada yağmurun sesiyle uyumak pek fena sayılmazdı
hani. Üstelik bulunduğum oda binaların arasında kalmasına rağmen gökyüzünü
görüyordu ve bu konuda şanslı bile sayılırdım.
Elinde büyük bir porselen bardakla bekleyen 17-18 yaşında olduğunu tahmin
ettiğim kırmızı kazaklı kız bugün konuştuğum ilk ve son kişiydi. Kapıyı kapatırken konuşmaya hevesli
olduğunu hareketlerinde hissettim fakat benim konuşacak takatim kalmamıştı. Kendi iç sesim hiç susmuyor ,beni fazlaca yoruyordu.
Neyse ki bu son gece. Yarın tüm sorularıma yanıt bulacaktım.
Bitkin
bir şekilde uyandım. İki yıllık hayal alemim bugün bu sabah bu şehirde son
bulacaktı. Kol saatim 05.47’yi gösteriyordu. Niye bu kadar erken uyandım ki ? Oraya
gidecek ilk ilçe minibüsü 07.30’da kalkacak. Otogar hemen 5 dakika yürüme
mesafesinde. Biraz daha yatakta kalabilirim
diye düşündüm. Tekrar prova yapmalıyım. Bugün onu görürsen ne diyeceksin ?” Hahh evet. “Sana buraya geldiğimi Cüneyt aracılıyla haber verdim neden dönüş yapmadın ? ” - “Aman haa onunla konuşurken gözlerin parlamasın asla gülümseyerek konuşma”
telkinlerine başladım. “Olabildiğince az
kal yanında. Hatta görün kaybol.” Aaaaa
hayır hayır. Koskoca iki yıl bunun için mi bekledin a zihnim ?
Giyinip çıktım. Dışarda yağmur var. Üzerimde bej bir
şişme mont. Umarım yağmurdan korur.
Şemsiyem yok. İndikten sonra ne kadar yürüyeceğimi bilmiyorum. Yürüyorum.
Otogara geçeceğim ara sokağı biliyorum fakat yağmur bildiğim bu sokağa farklı
bir hava katıyor. Fark etmeden ilk dönüşümü başka bir ara sokaktan yapıyorum. Cadde üzerinden ayrıldım. “Acaba
ters yöne mi gidiyorum” diye düşünürken otogarın önünde buluyorum kendimi.
Dalgınlığım şanslı olduğumu düşündürüyor. Kısa bir an mutlu bile oluyorum.
Bütün dükkanlar kapalı. Yolda simitçi bile yok. Aç değilim. Sıcak bir çaya
ihtiyaç duyuyor ilk üşümemi o an orada hissediyorum.
Yolda benden başka hiç kimse yok.
Terk edilmiş gibi şehir. Aklıma “Ben
Efsaneyim” filmi geliyor. Gülümsüyorum.
Saatime bakıyorum. 07.21’i gösteriyor. Ortada ne minibüs ne otobüs
hiçbir şey yok. İçinde insan gördüğüm ilk camı tıklatıp içeri giriyorum.
- “Pardon içerde bekleyebilir miyim ? ”
-
“Buyurun.” diyor 30-35 yaşlarında genç bir adam. Geçip plastik sandalyeye
oturuyorum. Adamın gözlerini üzerimde hissediyorum. Bir şehirdeki yabancı oranın asıl
sahiplerince hemen fark edilir. Benim yabancı olduğumu fark etti. Sessizliğini
bozuyor.
- “Çay içer misiniz ?”
- “Hayır,
teşekkür ederim.” diyerek nazikçe reddediyorum. Tekrar saatime bakıyorum. Tam
sormaya niyetleniyorum ki benden önce davranıyor. Ve cevabıma eş ilk aracın
çoktan çıktığını ikinci aracın
08.00’de kalkacağı haberini
veriyor. Üzülüyorum. Burada oturmanın anlamsızlığını düşünüyor ikinci aracı
kaçırmamak için yazıhaneden dışarı çıkıyorum. Minibüsler sıra sıra dizilmiş.
Ellerinde çay ve sigara ile yolcu bekleyen şoförlere yaklaşıyorum.
-“ … hangisi gider? ”
- “Buyurun” diyor 170 boylarında zayıf,
kıvırcık, kır saçlı , sigara tutan parmağı sigaradan sararmış şoför. Ben yerime oturduktan sonra araç soğumasın
diye tekrar kapatıyor kapıyı. Dışarda çay sigara ikilisini muhabbetle
sürdürüyor. Yağmur duracak gibi değil. Ellerimi ovuşturuyorum. Çantamdan minik
kolonyamı çıkartıp uyguluyorum ellerime. “İnşallah mikrop kapmamışımdır” diye içimden
geçiriyorum. Çünkü üç gecedir farklı bir şehirde tek bir odada oldukça
sağlıksız besleniyor ve hiç rahat hissetmiyorum. Tecrübe desem de bu durumuma
galiba alışkanlıklarına fazla sadık bir insanım. Galiba can sıkıcı olan şeyler
hep cazip geliyor insana. Şoförün aracı çalıştırmasıyla ortaya çıkan motor sesi
tüm bu düşüncelerden aniden sıyrılmamı sağlıyor. İşte yavaş yavaş otogarın
sınırlarından çıkıyoruz. İlçenin karışıklığını otobüsten daha iyi gördüğümü
düşünüyorum. Yürürken görüş açısı bu kadar geniş olmuyor. Her yer bölük pörçük
,sanayi ve yolları bozuk. Üç gündür ısrarla yağan yağmur çukurları doldurmuş.
Boyası dökülmüş bir sürü müstakil ev görüyorum. Şehrin göbeğinde yan yana büyük
binalar arasında minik bir köy gibi duran bu evler, çocukluğumu geçirdiğim köydeki evimizi ,beynimin
kıyısında köşesinde kalmış anılarımın tazelenmesini sağladı . Köpeğimi, kedimi ve
civcivlerimi hatırladım. Ayağımla
ezdiğim civcivim oracıkta can vermişti. Uzun süre etkisinden çıkamamış
civcivime mezar bile yapmıştım. O yaşta tek bildiğim “Sübhaneke” duasını civcivimin
avuç içi büyüklüğündeki mezarının başında okur onu istemeden öldürdüğüm için
defalarca af dilerdim. Katil olduğumu
düşündüğüm o masum hallerime şimdi gülümsüyorum. Yüzüme bir tebessüm ilişiyor. Kucağımdaki
kutuyu poşetinden çıkıyorum. Ernesto Che Guevara resimli defterimin arkasında yazan şu sözü
defalarca okuyorum.
“Belki hiçbir şey yolunda gitmedi. Ama hiçbir
şey de beni yolumdan etmedi.” Kutuyu açıyorum. Ördüğüm boyunluğu keşke geri almasaydım diye
hayıflanıyorum. Bir ayımı o boyunluğu örmek için harcadığım şahsın geldiğimi
haber verdiğimde kayıtsız kalmasına tekrar içerliyorum. Bu içerleyişim beni acımasız düşünmeye sevk
ediyor. Bu sorgulamalar devam ederken şoförün kalın ,babacan sesi minibüsün
sessizliğini bozuyor.
-“…’te inecek vardı o burada insin , gideceği
yer 5 dakika yürüme mesafesinde” diyor. Macera başlıyor iste. Elimdeki
telefonun insafına göre başlıyorum caddeyi adımlamaya. Bir yandan da etrafıma
bakınıyorum. Kültür merkezi gözüme ilişiyor. Önünden devam ediyorum. Bir sokağa
sapmam gerektiğini söylüyor cihaz. Sapıyorum. Köpekler var. Hayyyy aksi ! Yolu
gerisin geri dönüyorum. Bahçelerinde
ağaçlar ve köpek kulübeleri olan bir sürü ev var. Bu semtin geceyi geçirdiğim ilçeden çok daha farklı olduğunu
düşünüyorum. Bahçe duvarlarının ağaçtan gelişigüzel
kesilmiş dallar değil tuğla ve betondan olması gözümden kaçmıyor. Bir zenginlik
göstergesi gibi geliyor bana o an bu durum. Önümdeki tek şeritli yoldan
karşıdaki büyük yapıyı görüyorum. Ama
rengi neden farklı yanlış yere mi geldim. Adres doğru. Önündeki güvenlik mi ?
Al işte yeni bir sorun daha. Güvenliğe ne diyeceğim ? Kime geldim ? Kimin için ?
Yürümeye devam ediyorum. Karşıya geçiyorum ve heyecanım her adımımla artıyor. İyice yaklaştım. “En iyisi mi yoldan alelade bir vatandaş gibi etrafı inceleyerek yürümek. Güvenliğin genç mi yaşlı mı olduğuna göre bir senaryo oluşturur geçerim diye düşünüyorum. Şimdi nerden çıktı bu güvenlik ? Hiçbir fotoğrafta rastlamadım. Nasıl da kaçırdım gözümden.
Güvenliğin önündeyim ,görünürde kimse yok.
İçerisi bomboş. Bahçeye göz atıyorum. 5-6 araç park halinde. En iyisi güvenliğin dışında beklemek. Hoş
içeri girsem gitsem otursam masaya hiçbir şey olmayacak. Ama meraklı insan
sorularına dayanacak ne gücüm var ne de sabrım. Hem ne diyeceğim ki bir his
uğruna yollara düştüm mü ? Duyan güler bu duruma. Gülünç gelse de bu hissin
beni kaç gece uykusuz bıraktığını, kaç sabah
tarifi zor bir isyanla uyandırdığını anlatamam. Anlatsam da anlamazlar ki.
İnsan hissetmediği hiçbir duyguyu anlayamaz. Bununla karşılaşmamak için iç dünyamda
yaşamaya devam ediyorum ben de. Kimseye açmıyorum bu derdimi. Sırrın asıl
sahibini bugün bu bahçede göreceğimi düşündükçe mutluluktan dizlerimin bağı
çözülüyor. Hava soğuk ama üşümüyorum.. O kadar enerji doluyum kilometrelerce koşabilirim. Minik minik su
damlacıkları yüzüme düşüyor. Bu şehre
geldiğimden beri yağmur bırakmadı peşimi.
Saatime bakıyorum 11.17 Sıkılmaya
başladım. Kafamı çevirip park halindeki
araçlara bakıyorum. Bir çeşit zaman öldürme düşüncesi olan bu plakadan sahibini
bulma oyunum mavi bir aracın önümden
bahçeye girişiyle aniden siliniyor. Tekerlerinde
çamur var. Şehrin göbeğinde bu kadar çamur nasıl olabilir derken araçtan elinde
bir kağıtla indiğini gördüm. İki dakika
öncesine kadar içim kıpır kıpırken adım atamayacak kadar bitkin hissettim o an.
Düşsem düşerim. Dokunsalar ağlayacağım. Boğazım düğümlendi kilitlendi , dilim ağzımın içinde büyüdü büyüdü balon
gibi oldu. Adım atamayacak kadar fenayım. İhtiyacım olandan fazla oksijen
alırsam rüyadan uyanacakmışım gibi hissediyorum. Dibine kadar yaşamalıyım bu hissi. Sonra çektiğim onca iç çekişlerim
aklıma geldi. İyi hatırlıyorum gözlerimden iki damla yaş süzüldü o an. “Zehir
dışarı akmadan yürek yıkanmıyor diyor ya Küçük Serçe. Bıraktım
yıkansın, arınayım dedim ben de .
KADER KELEŞ
Çok güzel başarılarınızın devamını dilerim..
YanıtlaSilKalemine sağlık çok beğendim cok akiciydi
YanıtlaSilKaleminize sağlık Durum hikayelerini severim herkesin kendinden bir şeyler bulacağı kesin atmosfer çok iyi hissettirilmiş betimlemelerle🌿🌷
YanıtlaSil