Ali Dolu'nun kaleminden bir öykü; SIFIR ALTI (II)

 

Sıfır Altı (2. Bölüm)

Behçet’in odası emniyetin en sade odasıydı. Kare bir masası, üç tane koltuğu, siyah bir panosu bulunan çok dar bir odaydı. Büronun hemen arkasında bulunan bu odayı süsleyen aksesuarlar Behçet’in isimliği, Ankaragücü anahtarlığı ve emniyetin verdiği kupadan ibaretti. Diğer memurlar gibi odasını süse, aksesuar boğan biri değildi. Sade yaşamayı seviyordu. Üstünden hiç çıkarmadığı paltosunu sadece bu odada çıkarırdı. Evine gittiği pek görülmezdi çünkü. Bürodaki sandalyelerde uyurdu.

Sabah saat sekiz olur olmaz Behçet’in kapısı çaldı. Behçet ‘gir’ dedikten sonra kapıdan içeriye her zamanki gibi takım elbisesi, köseli ayakkabısı ile Efdal girdi. Behçet karşısındaki siyah panoya bakıyor, hiç konuşmuyor, hatta gözlerini bile kırpmıyordu. Efdal elindeki poşeti masanın üstüne koydu ve ‘Çay söylüyorum abi, bu sabah Gülbaba’dan börek aldım tadı efsanedir. Güzel bir kahvaltı yapalım.’ dedi. Sonra kapıyı aralayarak büronun sekreteri Ebru’ya ‘Ebru hanım, telefondan iki çay söylemisiniz. Amirimin odasına.’ dedi. Ebru ofise yeni girmiş, kırmızı ceketini askıya asarken gülümseyerek ‘Tabi ki’ diye cevap verdi. Ebru uzun boylu, kısa kahve saçlı, ela gözlü bir kadındı. Köseli’nin dikkatini çekebilecek kadar da güzeldi. Fakat Efdal iş yerindeyken başka şeyler ile uğraşmazdı. Dışarıda da pek görüşme imkanları olmadığından geçici bir hoşlandı olsa gerek diyerek geçiştiriyordu.

Kısa süre sonra emniyetin kısa boylu, göbekli çaycısı kapıyı çaldı ve ‘gir’ sesini duyar duymaz içeri girdi. Aşırı yalaka biri olan bu çaycıyı Efdal hiç sevmezdi. Behçet de büro dışında kimse ile pek muhabbeti olan biri olmadığından dolayı fazla samimi değildi bu adam ile. Köseli çayları masaya koyar koymaz bu kısa boylu adamın bitmek bilmeyen konuşmasına başlamasını engellemek için ‘Ebru hanıma az şekerli bir kahve getirir misiniz?’ diye kibarca sordu. Adam bıyıklarını altından tebessüm ederek ‘Emredersiniz amirim.’ diyerek kapıyı kapattı ve çıktı. Behçet uykusuzluktan kanlanmış gözlerini o siyah panoda asla ayırmıyordu. Hakkında hiçbirşey bilmediği bir suçlunun peşinde aylardır koşmanın yorgunluğunu asla atamıyordu. O karmaşık, yazılarla dolu, üstleri çizilmiş, her birinden bir ok çıkan resimlerle dolu, neredeyse duvarın tamamını kaplayan siyah panoya gözlerini ayırmadan bakıyordu. Adını bile bilmediği bir suçlunun peşinde bir ömür geçirmek istemiyordu. Sonunun amirleri gibi olmasından korkuyordu belki de. Başarısızlığı gururuna yediremeyip emekliye ayrılan emniyetin en tecrübeli amirleri gibi. Tam düşüncelere dalmış durumdayken Efdal’ın ‘Amirim çayını soğutma, börekten de al bak fazla fazla aldım.’ Diye seslenmesi üzerine irkildi. Yayıldığı sandalyesinden doğruldu, çaydan bir yudum aldı ve gözlerini biraz kapattı. Efdal ‘Bu büyük patron mudur, ne ibnedir bilmem ama beni çok zorluyor be abi. Bıraksak mı dosyayı?’ deyince gözlerini açtı. Ayağa kalkıp camı açtı ve ‘Seni mi beni mi? Üç ayda yirmiden fazla kilo vermişim. En son ne zaman uyuduğumu hatırlamıyorum’ dedi. Sonra çekmecesinden bir küllük çıkartarak masaya koydu. Gömleğinin döş cebindeki LM paketini çıkarttı, içinden bir tane aldı ve paketi Efdal’ın önüne doğru attı. Sigaralarını içtikten sonra odadan çıktılar. Emniyetin narkotiğe çıkan dar koridorundan geçerek kapıya doğru ilerlediler. Emniyetin verdiği sağ dikiz aynası olmayan beyaz Renult’a binerek Sincan’a doğru yol almaya başladılar.

Geçenlerde sorguya çektikleri ufak mafyanın tarif ettiği at çiftliğine doğru ilerliyorlardı. Söylediklerine göre büyük patronun en has adamlarından biri her ay ara ara buraya gelirmiş. At çiftliğinin hemen bitişiğinde de köy ürünleri satan bir dükkan varmış. ‘Oradaki adama kimliğinizi belli etmeden istediğinizi sorabilirsiniz. Oralar çok tenhadır. Her ne kadar at çiftliğin ziyarete gelen çok fazla aile olsa da haftada bir adam vurulur. Bu yüzden polisler o adama soru sormaya çok gelirler. Alışkındır o.’ diye bilgi vermişti adam Behçet’e. Yalan söyleme ihtimali yoktu. Adam ellerindeydi. Behçet’i de az çok tanımıştı. İki dakika konuşmadı diye kaşını ve dudağını patlatmıştı adamın. Korku başa beladır, fakat bu belanın muhatabı Behçet olunca daha da korkutucudur.

Asfaltın bittiği yerden sonra dar, esiklerle dolu toprak bir yola girdiler. Uzun süredir yoldaydılar. Efdal arabayı kullanırken Behçet uyuya kalmıştı. Toprak yola girince arabanın sarsıntılarına uyandı. Efdal ‘Bide diyor ki en son ne zaman uyuduğumu hatırlamıyorum. Kafanı koyduğun yerde uyuyorsun abi’ diyerek güldü. Behçet de bıyıklarını altından samimi bir tebessüm attı. Yarım saate yakın bu berbat yolda gittikten sonra karşılarına büyük, ihtişamlı bir ev çıktı. Çiftliğin bura olduğu belliydi. Resmen otel gibiydi. Sarmaşıklarla kaplı kırmızı duvarları, iki tane ahır, geniş bir bahçesi olan hoş bir yerdi. Etrafına doğru dolandılar. Karşılarına çiftliğin duvarının gölgesinde kalmış, küçük bir dükkan çıktı. Hasırdan çatısı olan, kapısının tavanı su kabaklarından yapılmış avizelerle süslenmiş küçük bir dükkan çıktı. Efdal arabayı yolun kenarına park etti ve inip dükkana doğru yürüdüler. Selam vererek içeri girdiler. Adam kafasını uzatıp kapıya baktı ve ‘Siz de mi aynasızsınız?’ dedi. Efdal evet manasında başını salladı ve cüzdanında kimliğini gösterdi. Adam ‘Bu sefer kimi vurmuşlar Amirim?’ diye sordu. Sonra ‘Buyurun Amirim böyle geçin ayakta kalmayın’ diyerek tezgahın arkasındaki masa ve iki tane sandalyeyi işaret etti. Onlar masaya geçince eline bir küllük aldı ve masaya koydu, ardından tezgahın altındaki kovayı çıkartıp ters çevirerek üstüne oturdu. Behçet ne sıklıkla cinayet işlendiğini ve kimlerin öldürüldüğünü sordu. Bir süre sohbet ettikten sonra adam çekmeceden çıkardığı Samsun216 paketinden bir sigara aldı ve onlara da ikram etti. Behçet asıl konuya geldi ve çiftliğin sahiplerini tanıyıp tanımadığını sordu. Adam ‘Tanımaz olur muyum amirim. Halil Bey. İstanbul’da kendileri. Ayda bir gelir. Çok fazla koruması vardır. İş adamı diyorlar ama ne iş yaptığını bilemem. Ne zaman geleceği belli olmaz ama geldi mi iki gün kalır. Çok samimi adamdır’ dedi. Behçet adam ile samimiyet kurdu. Amacı arkadaş bulmak değil, adamı tavlayıp bilgi almaktı. Bir süre daha sohbet ettikten sonra adamın bu konu hakkında pek bilgisi olmadığını anlayınca kartını bıraktı ve buranın sahibi geldiği zaman arayıp haber vermesini istedi. Sonra bir koli yumurta satın aldı ve arabaya bindiler. Aynı yollardan geçip anayola çıktıktan sonra Behçet tekrar uyuyakaldı.

Üç aydır peşinden koştuğu bu büyük patronu yakalayamasa bile kim olduğunu öğrenmek istiyordu. Kimdi bu adam? Avrupa’nın en büyük baronunu nasıl kimse tanımazdı. Hem bu kadar ünlü olup, hem kimse tarafından tanınmamayı nasıl beceriyordu ki? Behçet bu adamın kimliğini ortaya çıkarmakta hiç olmadığı kadar kararlıydı.


Ali Dolu

Yorumlar